Beynimi Yüzde Yüz Kullanıyorum

Beynimizin yüzde kaçını kullandığımıza dair yaygın inanış şu şekildedir: İnsanlar beyninin %3’ünü (%5’ini, %10’unu vs.) kullanıyormuş. Hatta Albert Einstein bile beyin kapasitesinin %10’unu kullanıyormuş. Öyle ise %100’ünü kullanabilsek kim bilir neler yapacağız!

[featured-video-plus]

 

Her şeyden önce neyin %10’u sorusunu sormak gerekir. Mesela; bir bardağın %50 oranında dolu olduğunu anlayabilmem için bardağın %100’lük kapasitesini bilmem gerekir. İşte beynimizin de gerçek kapasitesini bilmeliyiz ki %10’unu kullanabildiğimizi söyleyebilelim. Beynin gerçek kapasitesini anlayabilmek için üç başlık altında incelemek gerekir.

  1. Yapısal olarak
  2. Hücresel olarak
  3. Potansiyel olarak

Eğer bahsedilen beynin yapısal bölgeleri ise bu tez çok çabuk çürütülebilir. Günümüzde Manyetik Rezonans yani MR tekniği ile insan bir şey yaparken ya da düşünürken beynin hangi bölgelerinin harekete geçtiği gözlenebiliyor. Örneğin; parmağınızı şaklatmak gibi basit bir hareket dahi yapsanız beyninizin %90’ınını kullanıyorsunuz. Yani insan yapısal olarak beyninin %100’ünü kullanabilmektedir.

%10 oranı beyin hücrelerinin sayısını ifade ediyorsa bu varsayım yine doğru olamaz. Çünkü; beyin hücreleri işlevsiz kalırsa bozulup ölür. Bu varsayım doğru olsaydı incelenen beyin hücrelerinin %90’ı çürümüş olarak gözlenirdi. Bu da demek oluyor ki beynimizde ki tüm hücrelerden faydalanıyoruz.

Peki ya henüz keşfedilemeyen bir beyin potansiyeli var mı?

Bildiğiniz üzere bilim sürekli gelişiyor ve yeni keşiflere imza atılıyor. Bundan 50 yıl önce hayal dahi edemeyeceğimiz bir çok keşif artık sıradan bir şeymiş gibi geliyor. Evet beynimizin yapısal ve hücresel olarak tamamını kullandığımızı artık biliyoruz. Ancak beynin potansiyeli ve beyin faaliyetleri hakkında bilmediğimiz şeyler oldukça fazla. Bilinç nedir? Zaman beyinde nasıl bir yol izliyor? Anılar nasıl kaydediliyor ve anımsanıyor? Bilgi sinir hücrelerinde nasıl kodlanır? Düşünce nasıl oluşur? Duygu nedir?

Tüm bu bilinmezlikler varken beynimizin yüzde yüzünü kullandığımızı düşünmekte hatadır. Öte yandan insan beyninin düşünce gücü ile başardığı bazı bilimsel deneyler mevcuttur. Oluşan bu yeni bilim dalının adı Noetik‘tir. Noetik bilimine göre bilinç, yüksek enerjiden oluşan bir tür maddedir. Eğer, bilinç bir çeşit madde ise her maddenin de bir kütlesi vardır ve kütlesi olan her cismin çekim kuvveti mevcuttur. İşte bilinçte bu yüzden başka maddelerle etkileşime girebilir.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden birçok bilim insanı ve binlerce insan bazen önceden planlanmış bir yerde, bazen de İnternet başında bir araya gelerek düşünce gücüyle alakalı deneyler yapıyorlar. Noetik bilimin kurucusu Lynne McTaggart‘ın önderliğinde dünyanın dört bir yanından, birbirlerini hiç görmeyen insanların katılımı ile gerçekleştirilen deneylerin sonuçları büyüleyiciydi. Bu deneylerden bir tanesinde; İnternet başına geçen binlerce kişi, 20 dakika süreyle zihin güçlerini IONS laboratuvarının kontrollü ortamındaki suyun asit oranını artırmaya odaklamışlar ve bunu başarmışlar. Bunun gibi bir kaç bilimsel örnek daha verelim;

Psikolog William Braud, insanın düşünce gücüyle dev bir akvaryumdaki farklı cins balıkların yüzme yönünü değiştirebildiğini kanıtlamış.

 

Arizona Üniversitesi’nden psikolog Gary Schwartz, Haziran 2007’den beri düşünce gücünün bitkilerin büyüme hızını etkilediğini kanıtlayan birkaç büyük deney gerçekleştirmiş.

 

Suyun Hafızası adlı kitabı yayımlanan Dr. Masaru Emoto olumlu ya da olumsuz düşüncelerin, donmakta olan suyun kristal yapısını değiştirdiğini doğal ortamlarda zaten kanıtlamış. Aynı çalışmayı psikolog Dean Radin, laboratuvar ortamında kontrollü olarak yinelemiş ve aynı sonuçları almış.

Peki beynimizin %10’unu kullandığımız varsayımı nasıl bu kadar yaygınlaştı?

Ne biyolojik ne de psikolojik bir temeli olmayan bir varsayım, nasıl olur da böylesine bir yaygınlık kazanır? Bu inancın kaynağını bulmak zor. Beynimizin %10’unu kullandığımıza dair varsayımın başlangıcının 1890 yılına dayandığı düşünülmektedir. Bir nörolog cerrahın, beyin çukuru boşaltıldığında davranışlarda bir farklılık olup olmadığını anlamak için yaptığı çalışmalar bu varsayımın ortaya çıkmasına neden oldu. Amerikalı fizyolog ve filozof William James 1908 yılında ki The Energies of Men adlı eserinde “zihinsel ve fiziksel kaynaklarımızın çok küçük bir kısmını kullanıyoruz” sözünü kullanmıştır. Fakat ne beyinden ne de bir yüzdeden bahsetmiş, sadece insanın birçok şeyi başarabileceğine dair iyimserliğini ortaya koymuştur. 1920 yılında ise Albert Einstein ile yapılan bir röportaj ile düşüncenin yaygınlaşması sağlandı. Einstein, %10 oranına atıfta bulunarak daha fazla düşünmemiz gerektiğini vurgulamak istemişti. Ancak dikkatinizi çekmek isterim ki Einstein’ın yaptığı  röportajda ağzından %10 oranı çıkmamıştır. Sadece ima etmiştir. %10 oranı ilk defa Dale Carnegie’nin 1936 yılında ki “Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı” adlı kitabının ön sözünde geçiyor. Kimileri ise bu rakamın Albert Einstein’a ait olduğunu söylüyor; fakat bugüne kadar böyle bir alıntıya rastlanmamıştır. Daha sonraları Amerikalı reklamcılar %10 figürünü kullanarak insanları etkilemeye çalıştılar. Böylece beynimizin %10’unu kullandığımız varsayımı en yaygın haline ulaşmış oldu. O günden sonra, 20. yüzyılın sonuna kadar eğitimli eğitimsiz insanlar bu varsayımı sıklıkla kullanmaya başladılar.

Nasıl oldu da yüzde 10 varsayımını bu kadar kolay sahiplendik?

Bu konuda şöyle bir düşüncem var; İnsan, milyonlarca yıl boyunca kendisinin evrenin merkezinde olduğunu düşünegelmiş. Böylesine ben merkezci bir canlının, kendi beyniyle ilgili beklentilerinin yüksek olması şaşılacak bir durum değil. Yüzde 10 varsayımının altında tarihsel olarak böyle bir motivasyon olabilir. Aslında beynimin tümünü kullanmıyorum; yüzde 100’ünü kullansam neler yapabilirim? Düşüncesi bu nedenle bu derece sahiplenilmiş.

Kişisel Gelişim kitaplarının yarattığı yanlış algı da yüzde 10 varsayımının yayılmasına önemli katkılar sağlamıştır.   “Kişisel gelişim” adıyla çıkan kitaplar, özellikle modern çağda insanların iş hayatındaki sorunlarına yönelik popüler kültür ürünleridir. Bu kitaplarda sürekli kişilere aktarılan, şöyle bir mesaj var; “Siz aslında kapasitenizin daha fazlasını yapabilirsiniz, yapmalısınız da.” Bunu bir şekilde temele oturtmanın en kolay yolu da “aslında beyninizin tamamını kullanmıyorsunuz” demek. Zaten yüzde 10 varsayımı da ilk defa 1936 yılında bir kişisel gelişim kitabı olan; “Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı” adlı eserde geçiyor. Ne kadar manidar öyle değil mi?

SONUÇ OLARAK; beynimizin yüzde kaçını kullandığımızı söyleyebilmek için öncelikle beynimizin tam kapasitesini bilmemiz gerekiyor. Tıpkı bir bardağın %50 dolu olduğunu söyleyebilmek için %100 kapasitesini bilmemiz gerektiği gibi. Araştırmalarım doğrultusunda gördüm ki beyin hakkında gizemini koruyan çok şey var ve günümüz teknolojisi ile bu gizemi çözmemiz mümkün görünmüyor. Sizlerde teori ve görüşlerinizi yorumlarınız ile paylaşırsanız güzel bir tartışma ortamı oluşturabiliriz.

Sevgi, saygı ve hürmetlerimle. Hoşça kalın…

Söz Sizde...

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir